İçeriğe geç

Selam :))

Rötarlı bir yazı ile daha haftaya selam olsun. Tezime sonunda doğru düzgün odaklanmaya başladım. Aslında bu ara o yüzden yazmadım. Blog da, tez de beynimin klavye kullanımı üzerine özelleşmiş nöronlarını kullandığı için haftanın taze enerjisini önce teze ayırmam gerekiyor. Hatta bu hafta da farkettim ki, bu tez işi bitene kadar blog yazmasam daha iyi olacak sanırım. Arada yazarım herhalde kendimi tutamayıp, ama yazmazsam şaşırmayın.

Bu yazıyı yazmadan da tezime bakıyordum aslında ama sipariş ettiğim yemeğin tahmini varış süresi 1 saatten fazla olunca hem “Yemeksepeti İstanbul’dan moto-kurye yollasa Münih’e daha hızlı gelir.” diye bir kızdım, hem de madem çalışmak istemediğim bir saatim var, blog yazayım dedim. Not: Tabi ki yemek ben bitirmeden geldi, yazıyı yarıda bıraktım. 4-5 gün sonra tamamlıyorum yazıyı, günler karıştı yazıda.

Dağlar Dağlar

Geçen bir cumartesi ilk defa karda hikinge gittim. Aslında hike olmayacaktı o. Biz 40 dk yürüyüp tepeye çıkıp, aşağı kızakla kayarak inecektik asıl planda. Temiz dağ havasını soluyunca gelen heveslenmeler ve enerjik grup kararları sonucucunda gideceğimiz yere uzun yoldan çıkmaya karar verdik. Öyle fazla uzun değildi yani, karda dizimize kadar bata çıka, alt tarafı 4 buçuk saatçik sürdü varmamız.😅 Yolda ayaklarıma kar girmiş, 45 derece gibi hissettiren karlı bir yokuşu, ellerimi de kullanarak dört ayak çıkarken bolca olaydan şikayetçiymiş gibi gözüksem de çoook güzeldi. Bir çığ bölgesinden nasıl geçilirmiş öğrendiğim harika bir macera oldu. Döndüğümde yatağa uzandım, pazartesiye kadar da çıkmadım. 😋

Farkettiğim en ilginç şey vücudun nasıl soğuğa adapte olduğuydu. Karda yürüyeceğiz diye korka korka 10 kat giyinerek başladığım yolun tepesinde, kar yağmasına rağmen kendimi hırka bile giymezken buldum. Şehir merkezinde soğuk diye ellerini cebinden çıkarmayan ben, dağ tepesinde hareket ettiğimiz sürece eldivensiz geziyordum.

Daha önce yazdım mı bunu bilmiyorum ama oldukça sevdiğim bir laf, tekrar ise de hak etmiş:

”Hiç kimsenin beden terbiyesi konusunda amatör olma hakkı yoktur. Bir insanın, vücudunun potansiyel gücünü ve güzelliğini görmeden yaşlanması bir utançtır.”

Sokrates (Biraz sert söylemiş Sokrates amca ama ana fikir güzel)

Kitaplara Not Almak

Bu konu üzerine bu aralar kiminle konuştuysam bunu heyecanlı heyecanlı anlatıp başının etini yedim sanırım. İlk defa içinde kitabı benden önce okuyan birinin notlarının olduğu bir kitap okuyorum. Eminim sizde de vardır o “Aman kitabın hiç bir yeri kıvrılmasın, kırışmasın da yeniymiş gibi dursun” içgüdüsü. Kitabın üstüne yazı yazmaya arabaya anahtarla çizik atmak gibi bakardım ama aydınlandım, ilk defa bir kitaba not aldım 🙂

Kitabın bir yerinde yazar biraz işi abartıyor mesela, tam “O kadar da değil ya” diye düşünürken yanda kurşun kalemle “Buraya kadar iyi gelmiştik de bu olmadı sanki” notu görmek mesela. O kadar güzel ki başka birinin o kitabı okurken neler düşündüğünü görmek. Bundan sonra elimde kalemle kitap okuyorum.

Bavyera Mutfağı

Geldiğimden beri menülerde görüp merak ettiğim, ama yerel olmayan insanların genelde uzak durduğunu farkettiğim bir yemeği sonunda yedim. Leberwurst ve Blutwurst. Almanların sosis konusunda çeşitliliği zaten sevdiğim bir konu. Kaynatılan, kızartılan, kabuğu yenen, yenmeyen, kahvaltılık olan, akşam yemeğine uygun olan…

Leberwurst ve Blutwurst anladığım kadarıyla en ekstremleri. İsimleri chicken translate çevirirsek ciğer sosisi ve kan sosisi… Siparişi verirken iki yanımda da iki Alman oturmaktaydı. Onlar söylerken hadi ben de deneyeyim diye üç tane siparişi verirken, garson bana “Emin misin? Sen de mi?” gibi bir şey dedi. Hadi bakalım iyi kaşındım, ne gelecek acaba diye düşünürken farkettim ki olaya yanlış bakıyorum. Ben zaten sakatat severim. Yediğim sakatatları saysam, bir kelle paça çorbası tarifi anlatmaya başlasam, eminim onlar daha çok korkardı. Niye ben ilk defa işkembe/kokoreç deneyecek Alman turist moduna giriyordum ki.

Gelen yemek oldukça ilginçti. Sosis halinde geliyor, ama içi katı değil. Pişerken sosis, yerken püre. Bakınız fotoğraflara. Tadı da bayağı güzeldi açıkçası, neler neler yiyoruz Türkiye’de korkacak bir şey yokmuş 😂 İçinde ne var bunun diye sorduğumda birkaç kahkaha haricinde hala bir cevap alamadım. Çok da merak etmemeye karar verdim şu noktada.

Öğrendiğim ikinci şey ise “Schnitt”. Bavyeralılar büyük büyük bardaklarla bira içip içip gecenin sonuna geldiklerinde “biraz daha içesim var ama bir tane kocaman bira da söylemek istemiyorum” şeklinde yaşadıkları çok büyük sorun için bir çözüme ihtiyaç duymuşlar. Tabi ki bu çözüm küçük bir bardakta bira söylemek olmamış. Onun yerine demişler ki meyhaneci birayı köpürte köpürte koysun, az bira olur bana yeter. Biradan çok köpük olan koca bir bardağa Scnhnitt adını vermişler. Geceyi Schnitt ile kapamak adetmiş. Yorumları size bırakıyorum, görüntü aşağıda.

Der Schnitt!

Bu arada son yazım ile birlikte ben farketmeden aslında bu blog’un 1. yılı olmuş! 🥳 52 haftada 18-19 yazı ile haftalık olmasa da ortalamada 3 haftada 1 yazmayı başarmışım. Fotoğraftaki üçte biri dolu Schnitt misali. 

Beni okuduğunuz için teşekkür ederim :))

Güzel Haftalar!
07.03.2022