İçeriğe geç

Önsöz:
Genelde en sık aldım tepkilerden biri, “Her hafta, insanlar bu hafta beğenecek mi, ne düşünecekler diye çekinmiyor musun? Ben çok çekinirdim herhalde.” oluyor. Çekiniyorum tabi ki, ama genelde bu his yazıyı yollamadan 3 kere daha okumama sebep olmaktan daha ileri bir seviyeye geçmiyor. Bu sefer biraz farklı oldu, pazartesi yazdım yazıyı ama resmen elim gönder butonuna gitmedi. İnsanlar niye büyük ihtimalle izlemedikleri bir diziyi izlerken dizinin bana düşündürdüklerini umursasın ki diye. Kimin umrunda ki bunlar diye diye salı bitti.  Çarşamba sabahı dedim ki “Benim umrumda.” Zamanı da anca buldum, atıyorum. 😄

Selam :))

Ağustos’ta Münih’e döndüğümden beri Netflix’e pek zaman ayırmıyordum. Bu son iki haftada o kadar Netflix’e düştüm ki. Arada lazım bazen:) Vaziyetin suçlusu “The Good Doctor”. Türk adaptasyonu “Mucize Doktor” olan, aslında bir Kore dizisinin adaptasyonu. Ana karakterimiz oldukça yetenekli ama otizmli bir doktor. Dizi bana 2 konu hakkında düşündürdü, biraz bahsedeyim derken bir baktım yanlışlıkla dizi üzerine lise edebiyat ödevi yazmışım. 😂

Bağlamın Önemi

Doktor dizilerine zaafım var. Zaten insan hayatını çok etkileyen bir meslek, benim bile son 10 yıldır yürüyebiliyor olmam bir doktor sayesinde. Hikayelerin de hastane gibi bir yerde geçmesi olay örgüsüne bir ağırlık ve “acaba ne oldu” hissi getiriyor.

En basitinden klişe bir sahneyi ele alalım. Starbucks’tan kahve almaya gitmiş iki yabancı, sipariş verdikten sonra birbirlerine çarparlar. Bir kahve dökülür ve özür dilerken göz göze gelirler. En az 50 kere görmüşsünüzdür böyle bir film sahnesi. Evet potansiyeli olan bir sahne, sonrasında güzel giden diziler filmler de olmuştur, ama daha bana hala kendini satması lazım o hikayenin. Herkes böyle bir olaya denk gelebilir, kahvesi dökülen kişi küfürü de basabilir vs. Henüz etkilenmedim, devamına bağlı.

Al şimdi aynı sahneyi Starbucks yerine hastane kafeteryasına koy. Bir anda sahne 10 katı daha yüklü bir hale geliyor. Neden oradalar? Onlar mı hasta, onlar değilse kim hasta? Üstüne kahve dökülen karakterin küfürü basma sebebi ameliyattaki tanıdığı mı? Öncesinde “huysuza bak” dediğin karaktere, “Aa canım, yazık kim bilir neler yaşıyor o gün” diye baktırabiliyor. Üstüne bir de iyice abartalım, hastanenin acil bölümündeki kahve makinesinde kahve alıyor olsunlar. Kahvenin birinin üstüne dökülmesine de gerek yok. Makina takılıp bozulmuş olsun. Diyaloğa falan da gerek yok, 15 dk bakışları ile konuşsun iki karakter… Pardon, Türk dizisi oldu yanlışlıkla 😁 ama “Kahve makinası bozuldu” gibi sıkıcı bir olayı bile böyle dizi bölümü yapabilirsin.

Bir bağlam farkı ile hayattaki farklı anları çok daha yoğun bir sahnede göstermek çok etkili oluyor hikayede. Nerede “Genç karakter istediği üniversiteye kabul emailini okuyor”, nerede “Genç karakter istediği üniversiteye kabul emailini hastanede okuyor.” Yeterince dolu bir bağlam olunca hikaye kendi kendini anlatıyor zaten.

Konudan ufak bir sapış: Doktor dizilerini sevmemin başka bir sebebi de hikayenin akışına bakınca, sevdiğim başka bir tür olan “Sherlock Holmes” dizilerine aşırı benziyor olması. Birinde suçlu hastalık, diğerinde insan. Bu benzerliğin üzerine gidip bana bu türü ilk defa lisede sevdiren dizi “House M.D.” Yazarlar o kadar bu konuda açıklar ki bir bölümde House’un ev adresinin “221B Baker Street” olduğunu öğreniyorsun. Sherlock Holmes’un klasik ev adresi.

Dr. House is Sherlock Holmes | Dr house, House md, Sherlock

Otizm Üzerinden Sosyal Eleştiri

The Good Doctor’ın doktor dizisi olması dışında sevdiğim yanı ise ana karakterin otizmli olması. Otizmli bir tanıdığım yok. Dizi otizmli insanları iyi ya da doğru bir şekilde yansıtıyor mu gibi şeyleri bilmiyorum. Ama karakterin bazı günlük sosyal durumlarda zorlanması, alışık olduğumuz, olduğu gibi kabul ettiğimiz durumlarda aslında insanlar olarak birbirimizi ne kadar zorladığımızı göz önüne çıkardı benim için ve bunu izlemek hoşuma gitti.

Hayatın doğal gidişatında hepimiz bir sürü karmaşık durum yaşıyoruz, karşımızdaki ne düşünüyor, niye şunu bunu yaptı diye düşünüyoruz ve çoğu zaman ne yapmamız gerektiğinden emin olmadan ayak uydurup ve her şeyin yolunda gitmesini umuyoruz. Durum ne kadar karışık olursa olsun, söylenmemiş şeylerin anlaşılmasını ve birbirimizden her şey tıkırındaymış, kafamız karışmıyormuş gibi davranmamızı bekliyoruz. Tabi ki her zaman bu beklentiye uymuyoruz ama dizideki bu karakter otizmi yüzünden bu beklentiyi hem neredeyse hiç karşılayamıyor, hem de karşılaması beklenmiyor. Karakter komplike bir durumda kimsenin soramadığı, sormayacağı soruları soruyor, ya da anlamıyorum diyerek herkesin görebileceği şekilde kafa karışıklığını dile getiriyor. Karakterin çok basit hataları ilgimi çekmiyor, ama bazı “garip” davranışları öyle bir ara seviyede ki, bir düşündürtüyor. Bütün toplum hatalı, ve bu karakter haklı olabilir mi diye.

Patronum bana ters davransa aşırı beceriksiz olduğumu düşünüyor olduğunu mu düşünmeliyim, yoksa hayatında başka bir şeyin ters gittiği ve bunu yanlışlıkla bana yansıttığını mı? Ortalama bir insan duruma ve özgüven seviyesine göre ikisinden birine inanmayı seçer. En fazla belki başka biri ile bir dertleşir ve %99 emin olsa da kesin emin olamadan davranışlarını ona göre ayarlar ve devam eder. Bu karakter bu soruyu anında olduğu gibi soruyor. “Sen bana kaba davranıyorsun. Ben kötü bir çalışan mıyım, yoksa bugün kötü bir gün mü geçiriyorsun?” diye. Karakterin bulunduğu her konuşma %100 dürüst bir konuşma haline geliyor. Çünkü kimse “her şey normal” maskesinin arkasına saklanamıyor. Diğer karakterler zamanla bu gerginliğe alışıp ufak ufak bazı soruları sormaya daha az çekiniyorlar. Evet konuşmalar sık sık bir anda geriliyor ama kimse kimseyi yanlış anlamıyor. Hangisi daha önemli?

Diğer bir yandan da belirsizliklerin yeterince çözülmediği durumlarda da karakter kafayı yiyor ve karakterin herkesin gözü önünde isyan etmesini izlemek de ilginç bir şekilde rahatlatıcı oluyor. Toplumun ortalama üyeleri olarak kafamızın en çok karıştığı anlarda genelde gözden ırak, belki içeri çok yakın 1-2 kişiyi aldığımız duvarların arkasında çıldırıyoruz. O yüzden kendimiz dışında herkesin sadece dışarıya yansıttıkları “normal” imajı görüp, herkesin sakin, her şeyi anlıyor ve ne yaptığını biliyor gibi göründüğü bir hayatta yaşıyoruz. Birinin (kurmaca da olsa) sizinkilerden daha ufak belirsizlikler karşısında sizden daha fazla çıldırdığını görmek de kendi çıldırdığımız anları normalleştiriyor, kabul edilebilir hale getiriyor gibi geliyor bana.

Özetle, ortamdaki bir karakterin bu iki yönden topluma ters şekilde biraz aşırı olmasının, diğer karakterler üzerindeki “normal olma” baskısını azaltıyor olması ilgimi çekti. Normal dediğin nedir ki zaten. 🤓

The Good Doctor öyle dünyanın en iyi dizisi falan değil ama gayet güzeldi ve izlerken bu iki konu üzerine beni düşündürdü. Umarım okuması keyifli bir halde aktarabilmişimdir. 😊

Güzel Haftalar,
22.11.2021