İçeriğe geç

Sıcaktan Eriyen Yazı

Selamm :))

Ne ara temmuz oldu ya?! Günler uzun, aylar kısacık. En son yazım Aralık’ta kalmış; senenin ilk yazısını temmuzda yazıyorum. Niye şimdi? Çünkü Bavyera Ormanı’nın ortasında manzaralı koca bir tepe varmış, tam zirvesinde de tırmanmalık bi kaya. Çıktım tepesine, oturdum haçın yanına (buralarda her hike rotasının en tepe yerine haç dikiyorlar hep). Esen rüzgarda güzel bir enerji buldum. Aldım onu geldim yazıyorum. (Bu cümle sonrası gönder tuşuna basmam da sürdü yine biraz bir hafta falan ama bunu okuyorsanız basmışım sonunda demek ki)

Dondurmanın Mutlulukla İlgisi

Münih’te havalar 30+ derecelere çıkıp çıkıp duruyor. Hiç şikayet etmemeye çalışıyorum, çünkü kışın da çok söylendik. Telafi etmeye çalışıyor işte şehir ne yapsın. Dondurmacı dondurmacı geziyorum. Ofise yakın bir tane de var. Kahve molası vermek yerine dondurma molası veriyoruz 🙂

Geçen hafta sonu Çek Cumhuriyeti’ne gittik üç arkadaş. Saatler yollarda geçtikten sonra şehire varınca ilk iş Google Maps’teki en yüksek puanlı dondurmacıya gittik. Çekçe ile zerre alakam olmadığından, renklere göre dondurma seçiyorum. Arkadaşın “Şu mavi olan neli?” sorusuna cevap alamamasına rağmen mavi olanı seçmesiyle, ben de fıstıklı dondurma severim diye yeşil olanı seçtim, hatta yeşil olan tek dondurma. Ufak tanecikler de var, eminim fıstık olduğuna. Beeeelki bir ihtimal nane falan çıkar dedim ama riski almaya hazırdım. Son saniye sordum “fıstıklı di mi o?” diye. Dondurmacı abla ona cevap verdi neyse ki. Salatalıklıymış…… !

Münih’te de var bi tane deli dondurmacı. En son köfteli dondurma görmüştüm. Ama onda en azından gerçekten reyonda gerçekten 2-3 IKEA köftesi oluyor dondurmanın üzerinde. Onu sipariş veriyorsan kendin kaşındığın gayet aşikar. Dondurmam salatalıklı mı yoksa salatalıksız mı olsun diye endişelenme ihtiyaç duyacağımı hiç düşünmemiştim. Çekya’da gördüğüm en beyaz dondurmayı seçip (vanilyalı) hayata devam etmeye karar verdim, reyona doğru kedi tıslayışı yapıp. Tadını hala merak da ediyorum da ama. Buzlukta cacık dondurup yalasam aynı şey olur mu? Tuzlu muydu acaba tatlı mı?

Mavili dondurma hala neli bilmiyoruz. Şirinlerle bir alakası olduğu üzerineydi en son tez.

Doğaya Dönüş

Bu aralar doğa teması bolca aktif hayatımda. Şehrin içinde bile, yağmur yağmadıysa her fırsatta çimen, su, ağaç arıyorum. Okuduğum kitabın “Bitkilerin Ruhu” olması da tesadüf değil şu an. Bu yazı için enerjimi gerçekten doğadan aldım. Geçen hafta sonuna “amaan” diye başlamıştım. “Aa şu kuş şahin galiba” diye devam ettim. Emin miyiz yolun buradan olduğuna dedirten kayalara tırmanış sonrası, “Oh ne güzel ormanın sesi” diyip, en son iki yabancı arkadaşım “Baltalar Elimizde” öğretiyordum. Her yaramaz çocukta olan, gördüğü her doğal su birikintisine “soğuk mu ki” diye elini sokma isteğimi baskılamaya hala hiç gerek görmedim. Yağmur sonrası su birikintisi içine zıplama isteğimi, ya da arabayla su birikintisi görünce kaldırımdakileri sırılsıklam etme isteğimi dinlemiyorum. Ama temiz doğal su gördüm mü elimi ayağımı sokarım :)) (Evet, soğuktu.)

Kitapta bir şey okudum, Almanca’nın cinsiyetli der,die,das artikellerinin ne kadar gereksiz olduğunu bir defa daha anladım. Kitap kızılderili kökenli bir bitkibilimci tarafından yazılmış. Hem gelenekten hem bilimden yazıyor 🙂 Daha başlardayım ama eski dillerinden biri hakkındaki kısım çok ilginç geldi. Çoğu dilde nesnelere cinsiyet verme ihtiyacı hissediyorlar. Türkçe’de ne güzel, hiç yok, Almanya bizi kıskanıyor. Bana çok manasız geliyo, çöp kutusunun cinsel kimliği, ifade etmeye çalıştığım şeye ne katıyor gerçekten? Yazarın konuştuğu dilde iki artikel varmış, ama maskülen ya da feminen değil. Canlı ve cansız. Bayıldım. Tam olarak o şeyin yaşayıp yaşamadığı ile alakalı da değilmiş ama, örneğin bir göl de hayat barındırdığı için canlıymış. Eğer diğer artikeli kullanırsanız gölün zehirli ya da hayat içermeyen bir şey olduğunu ima ediyormuşsunuz.

Ama yok efendim, şu an kahve sipariş verirken kahvemin erkek olduğunu hatırlamam gerekiyor.

Bu taşlar canlı bence mesela

Yazmak

Okuduğum son üç kitapta da karakterler birbirlerine mektup ya da e-mail yazıyorlardı. Hatta hikayenin çoğu yazılan mektuplar üzerinden anlatılıyordu. Birinde iki yakın arkadaş birbirini aramak yerine mailleşiyordu, diğerinde iki aşık birlikte görünmemek için mektuplar bırakıyorlardı. Özenmedim değil. Bir şeyi anlatmak, kendini ifade edebilmek için sakin sakin, rahat bir miktar zaman ayırabilmek çok güzel gözüktü gözüme. Eminim önemli bi konuşma sonrası aslında demek istediği şeyi iki gün sonra duşta ya da bir hafta sonra tam uyumadan önce bulan tek kişi ben değilimdir. İki karakterin birbirleriyle sırayla monologlaşmalarını okumak, diyaloglarını okumaktan daha tatmin edici geldi: acelesiz, nüanslı, bölünmeden, “aynen aynen”siz 😀

Blog’a yazmadım ama kendime bol bol yazdım bu sırada. Kendimle konuşma yolu olarak kullanıyorum. Düşündüklerim ile, düşündüklerim hakkında düşündüklerimi birbirinden ayırmaya çok güzel yarıyor. Yok canım, ne overthinking’i, hiç yapmam… Bir yerinden tutup yazmaya başlayınca gerisi geliyor bir şekilde her türlü düşünce yumağının. İki söz not almıştım önüme çıkanlardan, yazmakla ve ifade etmekle ilgili. Bulduğum gibi bırakıyorum buraya:

“The opposite of depression is expression, because what comes out of our body doesn’t make us ill, what stays in there does” 

“In many shamanic societies, if you came to a medicine person complaining of being disheartened, dispirited, or depressed, they would ask one of four questions: “When did you stop dancing? When did you stop singing? When did you stop being enchanted by stories? When did you stop being comforted by the sweet territory of silence?”

Elimde kalemle okumaya ve kitaplara not almaya devam. Yazdım hakkında ama tekrarsa bile tekrara değer, içinde birinin okurken notlar aldığı, çizdiği bir kitabı okumak harika bir his. Kendi kitabımda açıp ne düşünmüşüm bir bakmak da öyle. Önümüzden sürekli 3 saniye sonra unutulan reel’lerin akıp geçmesine alışmışken, durup, bak bu sırada bunu düşünmüştün diye durmak, unutmamak da bir güzel geliyor. Buralarda bir “Bastığın yere toprak deyip geçme tanı” paraleli seziyorum. “Düşün bu sayfalarla uykusuz kalanı” civarlarında bir paralel… Kitabın kendisiyle alakasız şeyler yazmaya da başladım son zamanlarda. Bir kitapta “Bunu okurken uçaktaydım” ya da “Euro şu an 19 TL” yazıyor mesela. Kitaplığımda içine yazılanlar yüzünden kimseye veremeyeceğim kitaplar var 🙂 Böyle olunca mesela kitap artık canlı artikelini hak etmiyor mudur acaba?

Bu yazıya bir kapanış yazamadım. Bir bitirişe ihtiyaç duyuyorsanız, hepimiz kompozisyon derslerinden geçtik. Kendinize özetli ya da didaktik bir mesaj toparlayıverin lütfen. Büfe açık, ben artık enter’a basıp yatıyorum 🙂

Güzel haftalar!
Sürç-i klavye ettiysem affola
03-10.07.2023 civarlarında yazıldı