İçeriğe geç

Zamanda Kaybolan Yazı

Selamm :))

Bu yazı biraz dağınık olacak. Bir konuyu haziranda, diğerini temmuzda yazdım, başka birini de şimdi yazıyorum. O kadar yazmışım, zamana kaybetmektense şunları bir yazıp şuraya atayım, önümüzdeki yazılarda dengemi bulurum geri dedim. Bu yazı bu oturuşta artık gidecek dedim, fotoğraf da yok, toparladım yolluyorum. Geri başlayayım artık da, devamı gelir. Buyrun! 😁

“İşleyen demir pas tutmaz, ben yazmadıkça o kadar pas tutmuşum ki. Normalde “Aa bunu yazarım bu hafta” dediğim şeyleri yazdığım bir not sayfam var telefonumda ama, yazmayınca oraya not almayı da bırakmışım. Şimdi orada yazanların çoğu 3 aylık falan şeyler. Yazasım vardı her biri hakkında aslında, ama şimdi hafif bir bayatlık var üstlerinde. İlk defa yoga yaptığımdan bahsedecektim mesela, ama onu oraya not aldığımda daha Rusya Ukrayna’ya saldırmamıştı. Ya da Münih’te dükkanına giren herkesin adını öğrenip, oradan ayrılan herkese de adı ile veda eden çaycı teyzeden de bahsedesim vardı, gidip bir daha çay içip yenilemem lazım o anıyı. Yeni fırlatan James Webb teleskopundan bahsedecektim heyecanlı heyecanlı, ben bahsedene kadar yörüngeye oturdu, kurulumu tamamladı, yarın NASA ilk fotoğrafları yayınlayacak. Bir baktım 11 Temmuz olmuş bile. Zaman geçiyor, ama güzel geçiyor 🧿 ”

Okuduğunuz paragraf 11 Temmuz’da yazılmıştı, ve yollanmadan taslak olarak beklemekteydi gün yüzü göreceği günü. Bunu yazarken 22-23 Eylül. Tutan paslardan hala kurtulunamadı. Ama sorunun sadece pas olmadığını da fark ettim. Çok dolu geçti bu aylar yazmayı bıraktığımdan beri. Kış geçti, tez geçti, burnout olundu, toparlanılıp tam zamanlı işe başlanıldı, kep atılıp mezun olundu, düz duvarlara tırmanıldı, nehirlere atlandı, vizelerle uğraşıldı, yaz geldi, yaz bitti, anlatmalık hikayeler başladı, daha yazamadan eskidi. Bu yıl her günüme puan veriyorum ben 5 üzerinden. Bolca şaşırttı bu aylar, öyle bir puan yokken 6 verdiğim gün de oldu, ilk defa 1 verdiğim gün de.

Doğumgünüme de saatler kalmışken şöyle bir bakınca bu yıla, dolu çok güzel geçti de, çoook yoruldum. Biraz da bir hata yaptığımı farkettim. Ben bu blog’u yazamayacak kadar dolu olmamalıyım. Hani blog’un hayatımdaki en önemli şey olduğundan, zorunlu hissettiğimden vs hiç değil. Sadece haftada bir, iki haftada bir, sakin sakin oturup bir yazı yazamayacak kadar zorlamamam lazım. Zaten buralara okuması mutlu ya da ilginç hikayeler yazmaya çalışıyorum, iki dakika oturup haftanın paylaşılası kısımlarını düşünecek zamanı da ayırabilmek istiyorum.

Diğer bir yandan da yazın her gününü değerlendirmek gerekiyordu da bu diyarda, çünkü daha geçen gün şortla gezerken geçen gece 3 dereceye indi hava. Bugün yine bir güneş var ama, Mart değil miydi kapıdan baktıran? Eylül hayırdır, sana ne oluyo?

Oktoberfest (Eylül)
Şort demişken, şehirdeki erkeklerin %90’ı Darwin’in doğal seçilimine isyan edercesine buz gibi soğukta, şortla (lederhosen) geziyor. Bu garip fenomenin açıklaması, dünya üzerindeki anlaşılması zor her şeyi anlaşılabilir hale getiren bir sıvıdan geçiyor tabi: Bira. 3 yıldır Münih’te yaşamama rağmen, görmesi anca kısmet olan Oktoberfest’imiz şu an gerçekleşmekte. İlk tadımımı yaptım, özeti de bitince geçerim diye düşünüyorum.

Devamlılığın Önemi (Eylül)
Dinlediğim bir podcast’te podcastlerden bahsediyorlardı. İstatistiklere göre eğer bir podcastin 3 bölümü varsa, dünyadaki tüm podcastlerin bölüm sayısına göre sıralandığında en üst %33lük dilimine dek geliyormuş. Eğer 20 bölüm varsa, çoktan %1’lik dilimdeki podcastler arasındaymış. Blogların farklıdır eminim bu sayı ama bu benim 21. yazım. Kalite de önemlidir tabi de, bir şeye sadece devam etmenin bile çooook büyük bir önemi var.

Bouldering (ama Haziran)
Baya bir bouldering’e sardım bu yaz. Küçükken bir sakatlık için gittiğimizde doktor babama sormuştu ne kadar yaramaz olduğumu anlamak için: “Bıraksanız düz duvara tırmanır mı?” 25 yaşındayım. Bıraktılar. Tırmanıyorum…😁

Münih’te her iki kişiden biri de bouldering yapıyor diye sallasam çok da yanlış olmaz bence. Baya bir popüler burada. Kesinlikle göründüğünden daha keyifli. Hem vücudunun sınırlarını daha 5. dakikadan zorlamaya başlıyorsun, hem “buna nasıl çıkılıyor ya” diye düşünmek gerekiyor, hem de dinlenirken bolca sohbet ediliyor. Sonraki gün varlığından bile haberdar olmadığın kaslarım ağrıyor. Normal hareketlerin neredeyse hiç birinde sıkıntı yok mesela ama pet şişenin kapağını açamıyor olmanın bir komikliği var.

Sonunda Eisbach’a Atladım (ama Temmuz)
Özet: Münih’te akıntısı üzerinde insanların sörf yapabileceği kadar güçlü akan bir nehir var. Bkz.

Bunun sakin sakin akan bir kolu da var tabi, oraya girmiştim ama bu gürül gürül kısıma daha girmemiştim. Sörf yapanların arkasından atlıyorsunuz, su sizi 700 metre götürüyor. :)) Tabi ki çıkış için bir yer yapmışlar çünkü belediye gayet realistik bir şekilde insanları burada sörf yapmaktan da, akıntıya atlamaktan da alıkoyamayacağını kabullenmiş, işi kolaylaştırmaya karar vermişler. Olayın en sıkıntı tarafı, çıkmak için konmuş ipe tutunup su ile ilerlemeyi bıraktığınızda akıntının mayonuzu çalmaya çalışması. Bir sıkıntı olmadı neyse ki.

Nehir kenarını mekanım olarak belirledim zaten. Ben baya seviyorum bu güneş oldu mu park bahçe nehir piknik halini. Bu hafta üç farklı muhabbet’te “Boşsan Aytaç’a yaz, nehir kenarındadır zaten o.” tarzı yorumlar aldım. Yalan da değil. Akan suyun mutlulukla bir alakası olduğunu düşünüyorum bu aralar.

Ufak Anlar (Her ay var valla burada)

  • Kitapçıda kitap karıştırıyordum. Biraz cheesy ama şu cümleye denk geldim hoşuma gitti. “Happiness occurs when you forget who you’re expected to be. And what you’re expected to do. Happiness is an accident of self-acceptance. It’s the warm breeze you feel when you open the door to who you are.”
  • Müzede çanta koymak için 1 Euro depozito sokmanız gereken dolaplar var. Müzenin girişinde de resmen işinin %80i buymuş gibi görünen, benim gibi yanında 2 eurosu olanların parasını hızlı hızlı 2 tane 1 euro’ya bozan bir çalışan vardı. Çıkışta dolabın kilidinden paramı geri alınca arkadaşımı bekliyordum. Adama ondan aldığım 2 adet 1 euroyu geri götürüp, 2 euroya geri çevirmesini istedim. O kadar kişi para bozdurup duruyordu ki bunların 1 eurosu biter kalırlar öyle diye düşünmüştüm. Adam ona 2 tane 1 euro uzatınca resmen error verdi. Dünyanın en kafası karışık bakışıyla bana baktı. Herkes bozduruyor, 1 euronuz bitmiyor mu, lazım olur dedim. Adam kahkahayla gülmeye başladı. Aşırı mutlu bir şekilde “Yıllardır burada çalışıyorum, kimse bunu yapmamıştı” dedi. :))
  • Arkadaşımla bir Biergarten’da otururken hava durumunun alttan alttan uyarıp, benim inanmayı reddettiğim bir fırtınanın artık yaklaştığını fark etmiştik. Kalkıp bisikletime atlayıp etrafta şimşekler çakarken, yağmur başlamadan eve girme deparına girdim bir sürü insanla birlikte. Kalabalık bir kavşakta, kırmızı ışıkta beklerken karşıdan tam gaz başka bir bisikletli geldi, ve hızlı hızlı pedal çevirmeye devam ederken “IT’S COMIIIIIIINNGG!!” diye bağırarak yanımızdan geçti. Bu absürd sahneden birkaç dakika sonra da bu kehanet de gerçekleşti, sırılsıklam girdim evime.

Öyle geçti bu hafta, ay, gün, yıl. Aylar içinde şekilden şekile giren bu yazı da vatana millete hayırlı olsun. Bir de üstüne pazartesi sabahı yerine cuma akşamı atıyorum. 😅 Bir sonraki yazıda düzelmek üzere. Sürç-ü mantık ettiysem affola 🙂

Güzel Haftalar!
(ya da bu seferlik: Güzel Haftasonları!)
23.09.2022